Yara

Herkes ait olduğu yere dönmeli. Bir gün herkes ait olduğu yere döner çünkü.

Yara

Güneş canımızı alacakmışcasına ısındıkça ısınıyor. Körfezin kayalık  sahilinde bir banka oturmuş, sessizce önümüzdeki maviliğe bakıyoruz. Ne  işim var bu Allah'ın belası sıcaklıkta? İnsan ufacık bir anı hem de çok  soğuk, karlı bir anı hatırlayıp ilk uçakla çölün ortasındaki bir ülkeye  gelir mi?  Hem zaten bu adam sürekli beni haritanın en alakasız  yerlerinde bulunan ülkeler için bırakıp gitmiyor muydu? Ama işte o an. Düşündükçe  yüreğim buruluyor. İkimizin de konuşmaya cesarete mi yok, isteksiz miyiz bilmiyorum. Lüks arabalardan inen ve her halinden petrol zengini  olduğu belli olan üç adam ağır aksak adımlarla yanımızdan geçip gidiyor.  Yüreğim biraz daha burulsa, onu ya söküp atacak ya da nefes alabilmek  için kendimi sulara atacağım. Her zaman böyleydi işte bu adam, ben lafa  başlamadan başlayacağı yok. Derin bir nefes aldım.

- Kaptan, biz  birlikte hiç karlı bir mevsimi yaşayamadık. Seni ilk tanıdığımda güneşli  bir Nisan sabahıydı. Ama biliyor musun ben sana karlı bir havada  tutuldum. Şimdi nasıl oluyor o diyeceksin. Tanıştığımız zaman bana senin  için özel bir anı anlat demiştim, hatırladın mı? Çocukken hani, sizin  köyün yolları kardan kapanınca kalmışsın ya şehirde. Ne otobüs, ne bir  insan. Yalnızlığını, korkunu, farkında olmadan kestiğin elini nasıl da  anlatmıştın. Ben sana o zaman tutuldum işte Kaptan. Sen gittikten sonra  iki kere mevsim döndü. Bu kez kar yağınca çok üşüdüm. O karlı günden  elinde kalan yarada kendimi aradım. İnsan başkalarının yaralarında  kendini arar mı? Başkalarının korkularında başkalarının annesine,  babasına ve küçük kardeşine sarılır mi? Senin kavuştuğun gibi hani. İnsan birken çok olamıyormuş kimi zaman, çokken hiçleşemiyormuş. Birden sözümü bitirmeden girdi araya.

-  Yani sana tam 2856 km ötede bulunan bir yere, yaklaşık 10.000 fit  yüksekliğe çıkıp 2 saat uçtuktan sonra tüm bunları anlatmak için mi  geldin?

Birbirimize bakıp güldük. Birbirimize gülmeyeli çok uzun zaman olmuş.

-  Karda mahsur kaldığı kentten 2861 km uzakta, sıcağın, çölün ortasında  belki de bir daha hiç karda kalıp eve dönüşte annesine sarılamayacak bir  adamla konuşmaya geldim, evet. Bir iken çoklaşırım belki diye.

Üstümüzden  sert ve sıcak bir rüzgar geçti. Elime geçirdiğim küçük taşları denize atıp çoklaşmaya çalışırken oturduğumuz bankın kırılan tahtasındaki  kıymık elimi kesti. Hafifçe, ince bir sızı halinde kanamaya başladı.  Evrimsel bir refleksle yaramı dudaklarıma götürüp kanı emdim. Paslı kan tadını hissettim. O tadı hissettiğim an dünyanın tüm karda mahsur kalmış  ve korkmuş küçük erkek çocukları eve dönecek bir araç bulmuştu. Aldığım kan tadı ile kilometrelerce ötede aradığım sorunun cevabını bulmuştum.

- Kaptan beni havalimanına götürebilir misin?

- Şimdi mi? Hemen? Henüz geleli bir gün bile olmamışken.

-  Kaptan, artık bir iken çoklaştım. (Elimi göstererek) Bir yarayı öpmem  gerekmiş sadece, hepsi buymuş. Hem 2856 kilometrenin sonunda birbirimize gülümseyebildik. Herkes ait olduğu yere dönmeli. Bir gün herkes ait  olduğu yere döner çünkü.