“İnsan: Bir damla kan ve bin endişe.” Şirazi
Elli altı gün oldu. 36’42 kuzey paralelleri 26” 45” güney meridyenleri arasında tamamladığım 35 yıl 7 ay 26 günün en zor elli altı günü de bitiyor işte. Bin endişe ile.
Depremin olduğu 6 şubat gününün sabahında uyanıp demiştim ki uzun zamandır kendimi mental ve fiziksel olarak çok büyük bir yalnızlığın içinde hissediyordum. Bugün çok mutlu uyandım. Gerçekten çok mutluydum. Şımarık günlük dertlerimi saymazsam uzun zamandır yaşadığım en güzel pazar günüydü. Hayatımız o günün gece yarısında dönülmez akşamın ufkuna girdi ve uzunca bir süre devam edecek bin endişe çağı başlamış oldu.
Bazen çağlar açılıp kapanır. Kimisi karadan gemileri yürütür, birisi atom bombası atar, bir diğeri hadron çarpıştırır. Herkesin çağı kendine tabii ki fakat insan 35 yıl 7 ay 26 gün boyunca kaçıncı dünya ülkesi vatandaşı olduğundan tam emin olamadığı bir ülkeye ve topluma mensupsa kendi çapında çağ açıp kapatır.
Benim bin endişe çağım açıldığı günden beri günde 2 pakete yakın sigara, bazen saatler süren açlık sonrası boğulurcasına yemek yeme, bazen ağlama, bazen nostaljik bir videoya saatlerce gülümseme olarak devam ediyor. Bu yeni çağda tüm dertler Maslow ihtiyaçlar teorisinin en alt basamağında. Tamir olunması gereken bir ev var mesela. Ailemin evi. 70 yaşına merdiven dayamış ebeveynlerim; kendi imkanlarıyla evin içindeki kombiyi, klimayı sökmeye çalışıyor. Duvarlar yeniden yapılacağı için eşyaların kolilenmesi lazım. Kitaplığın olduğu odaya kilitledik her şeyi dedi annem. Kitaplar hala önemli mi mesela? Ali anlattı telefonda ev yıkılırken acaba Dostoyevski’nin o romanını alsam mı diye düşündüm dedi. Bu çağın anomalisi ve travması mesela bu. Kaybettiğimizi ve kimsemizin olmadığını; kimsesiz bırakıldığımızı unutmak için yapıyoruz sanırım bunu.
Pazar sabahı brunchlarınız nasıl mesela? Sizi kıskandığım için söylüyorum bakmayın. Sevdiğim insanla hafta sonu kalkıp bir bardak kahve ve sigarayı birlikte içebildiğimiz için mutlu sayıyorum bugünlerde kendimi. Kurulması gereken yeni hayatlar var. Asla bulunamayan kiralık evler, iki ucunu tutup dengeleyemediğim maaşım. İşten gelip Cleo’yu sevmeye yorgunluktan mecalimin kalmaması. Kimseyi suçlamak için de yazmıyorum. Fakat neden tüm bunlar bizim başımıza geliyor diye sormaktan da yorgunum. Bir A4 kağıdında bitirmeyi planladığım bu yazıya 6 Şubat Çağı’nın yeni özelliklerini sığdıramayacağımı biliyorum.
Çağın özellikleri genellikle enflasyonla boğuşmak, ailene güvenli bir yaşam alanı sağlamak, asla bitmeyen iş yükü ve tüm bunların arasında mesleğinde bir performans göstermeye çalışmak, bir Pazar sabahı kahvaltısına bile dayanılmaz bir özlem duymak var.
Mesela bu yeni çağımın kaçıncı gününde psikolojik olarak yorgunluğun bedensel bir hastalığa neden olacağını merakla bekliyorum. Bazen ölmek kalmaktan yeğ gibi duruyor. İlk başlarda zorunlu bir umutla kendimi Zümrüdü Anka Kuşu misali küllerimden doğuracağıma inandım. Umutlu olmaya ve çevremdeki insanları mutlu etmeye çabalıyorum. 6 Şubat çağı şimdiden duraklama devrini atlatıp uzunca sürecek bir gerileme devrine girdi bile.
Yaşamak; bunca zahmete değecek ve sorunla boğuşacak kadar önemli mi gerçekten? Bir damla kan içinde bin endişe varsa milyonlarca kan hücrem beni bir dünya ağrısı yapar mı?
Bomonti/Nisan 2023