Her şeyin biraz daha karmaşıklaştığı 78. gün geçti. Babamla geçen gün Sirkeci Garı’nda oturup konuştuğumuzda bir şeylerin yoluna girme umuduna gerçekten inanmıştım. Sofya’ya bir tren bileti alıp bir süre kendimi kaostan uzak tutarak iyileştirecektim. Bilet bulamadım ama bayramda bir arada olacaktık ve bir şekilde hayat devam edecekti. Bu 78 gün boyunca ne kadar yaşlandığım, saçlarımın ne kadar beyazladığı, yemek yemekten ne kadar uzaklaştığım ve sadece hayati fonksiyonlarıma odaklandığımı bile unutacak gibi olmuştum.
Bir şeylerin hala yolunda olmadığını anlamam ise bayramın birinci gününde oldu. Çılgın bir yağmura yakalandığımız trafik anında birden annem ve babam daha önce onlarca kez anlatmalarına rağmen depremi yaşadıkları o anı durup durup tekrar anlatmaya başladılar. Hayatta kalmış olmanın verdiği bir stres miydi bu yoksa travma sonrası olan mı?
Depremi hiç yaşamadan, yıkıntıların olduğu alana gitmekten inatla kaçarak bile sinir sistemim bu kadar yıpranmışken bunu gerçekten yaşamış insanlara nasıl yardımım dokunabilirdi? Bayramda Pazarcık’ta hortum, Adana’da sel, Osmaniye’de trafik kazaları ve silahlı çatışma haberleri ile geçen kaosu izledim. Serdar’ın sağlığı bu süreçte iyice kötüye gitmeye başladı. Ateşini düşürmeye yardımcı olmaya çalışıyor, yeğenimle ilgileniyor ve bizimkilerin durup durup depremi anlatmasına tahammül ediyordum.
Tükendiğimi hissettiğim noktada sırt ve boyun ağrılarım dayanılmaz bir hal aldı. Sinir sistemim yavaşça normal bir stres seviyesinden ayrılmaya başladı. Zihnimde tek bir cümle oluştu. Dilimin ucuna getirmeden sadece zihnimde duyumsadım onu. “Seni anlıyorum şu an ve seni inanılmaz özledim.” Yeğenime 9.hikâye kitabını okurken zihnimi yerinden söküp atmak istedim. Seni anlamam, seni özlemem, sana sarılmaya duyduğum dayanılmaz isteğin bile bir anlamı yoktu. Galiba ikimizin de kendi kendine duygusal olarak yetemediği bu ortamda ikimizin de birbirimize hayrı olmayacaktı. 9. hikâye kitabına devam edip hikayelerin mutlu sonlarına öfkelendim.
Eve bir şekilde ulaştığım pazar günü saatlerce sıcak suyun altında oturdum ve manasızca kendimi çitiledim. Uzun zaman sonra bir kitabı sayfalarca okuyabildim. Bana ayrılan sürenin sonuna gelene kadar, her şey normalmiş oyunuma devam ettim. İyi geldi. Ingeborg Bachmann’ın sevdiğim o sözü geldi aklıma “yaşamak için bir niçini olan, hemen hemen tüm nasıllara dayanabilir.” Sahi 78 gündür benim yaşamak için motivasyonum neydi? Bu soruya her zaman bir cevabım olurdu. Yok bu sefer gerçekten hemen hemen tüm nasıllara tahammül ettiğimi bilmiyordum. Kabullendiğim noktada korkacak hiçbir şeyim kalmadığı için özgürleşmiş miydim?
Normal insanlar gibi tatile gidebildiğim zamanlarda Yunanistan’dan aldığım son içkiyi de içtim ve Cleo’ya sarıldım. Tüm yalnızlar gibi özgür, tüm özgürler gibi yalnızdım. Aklıma anlar geldi. Validebağ Korusu’na ilk gittiğim gün. 8 Ocak. Kış mevsimine rağmen hava ne kadar güzeldi. Masanın altından parayı uzatıp al haydi git çayları öde dediğim ana güldüm. Gülümsememizi kaybettiren 78 gün nasıl da unutturmuştu o günkü huzurumuzu.
İnsan iyi şeyleri unuttuğu gibi kötülerini de unutuyor. Sanırım bu kez tüm nasıllara; tüm bu günlerin de geçeceğine dair duyduğum garip bir inançla direniyordum. Bu yazıyı bitirene kadar geçen sürede bile bir saç telimin daha beyazladığını umursamayarak hem de!
Nisan 2023 / Bomonti